Geçtiğimiz kasım ayının sonunda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı'nın (COP) otuzuncusu, Brezilya'nın Belém kentinde gerçekleştirildi. "Amazon'a açılan kapı" sloganıyla sembolik anlam kazanan bu zirve, iklim diplomasisine yeni bir ivme kazandıracağı beklentisiyle başlamıştı. Zira güncel projeksiyonlar küresel sıcaklık artışında 1,5 °C eşiğinin artık aşılmış olduğunu ve hatta 2,5-2,8 °C bandına doğru ilerlediğini gösteriyor. Böyle bir tabloya rağmen fosil yakıtlardan çıkış konusunda bağlayıcı bir mutabakata ulaşılamaması, finansman mekanizmaları üzerindeki derin görüş ayrılıkları, yoksul ve kırılgan ülkelerin Kayıp ve Hasar Fonu'na erişim taleplerinin tam olarak karşılanamaması COP30'u da başarısı sorgulanan diğer zirveler arasına ekledi.

Süreçteki tüm bu sıkışmışlıklara rağmen COP mekanizması, uluslararası iklim diplomasisini bir arada tutan çok taraflı platform olması açısından hâlâ son derece önemli. Üstelik jeopolitik gerilimlerin hat safhada olduğu bir dönemde iklim krizinin çözümünde ticaret politikalarının rolüne yönelik yapılan vurgular son derece önemli bir gerçeği yeniden hatırlattı: İklim değişikliği yalnızca ekolojik bir mesele değil, ticaretten finansa, teknolojiden toplumsal adalete kadar geniş bir alanda yönetilmesi kaçınılmaz dönüşümü gerektiren çok katmanlı bir süreç.

Türkiye açısından zirvenin anlamı daha da büyüktü; zira ülke uzun süredir ev sahipliği yapmak istediği COP31'i Avusturalya'nın da müzakere başkanlığını üstlenmesi ile Antalya'da gerçekleştirebilecek. Kuşkusuz bu gelişme Türkiye ekonomisi ve kurumsal kapasitesi açısından dönüm noktası olma niteliğinde. Ancak Türkiye, bu kez sahneye hem kırılganlıkların hem de fırsatların kesişim noktasında duran bir ülke olarak çıkacak. Gelişmekte olan ülke sıfatıyla Türkiye'nin iklim diplomasisindeki rolü hem kendi konumunu hem de bölgedeki ülkelerin beklentilerini temsil etmesi açısından son derece değerli olacak. Dolayısıyla Türkiye küresel sahneye bu yeni rolle çıkarken ülkenin iklim politikasının tutarlılığı, kapsayıcılığı ve uygulanabilirliği mercek altında olacak.

Bu bağlamda 9 Temmuz 2025 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye İklim Kanunu, ülkenin iklim politikası açısından kritik bir eşik teşkil ediyor. Kanunun temelleri aslında Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) altyapısının geliştirilmesi amacıyla 2011 yılında Dünya Bankası iş birliğiyle başlatılan Karbon Piyasalarına Hazırlık Ortaklığı Programı'na (Partnership for Market Readiness – PMR) dayanıyor. Paris İklim Anlaşması'nın onaylanması ve 2053 Net Sıfır Emisyon hedefinin ilanı kanunun hazırlanmasında önemli motivasyon kaynakları arasında yer alıyor. Ancak AB tarafından 2019 yılında hızla devreye alınan Avrupa Yeşil Mutabakatı ve bunun Türkiye'yi doğrudan etkileyecek en önemli unsuru Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), kanunun hızlandırılmasındaki temel itici güç olarak gösterilebilir. Türkiye'nin AB'nin en önemli ticaret ortaklarından biri olduğu düşünüldüğünde SKDM kapsamındaki karbon maliyetlerinden kaçınmak ve ticari rekabet gücünü korumak adına AB ile uyumlu bir iklim mevzuatı geliştirmek kaçınılmaz hâle gelmiştir.

İklim Kanunu Ne Getiriyor?

Kanun, Türkiye’nin net sıfır emisyon hedefi doğrultusunda sera gazı emisyonlarının azaltılması, iklim değişikliğine uyum kapasitesinin artırılması ve yeşil kalkınmanın teşvik edilmesine yönelik bütüncül ve bağlayıcı bir politika çerçevesi sunmayı amaçlıyor. Ayrıca “Adil Geçiş”, “İklim Adaleti”, “Yeşil Taksonomi” ve “Yeşil İş” başta olmak üzere temel kavramlar da Türk hukukuna kazandırılıyor. En kritik ve aynı zamanda en çok tartışılan düzenleme ise ulusal ETS’nin kuruluyor olması. İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından yürütülecek bu sistem ile kapsam içerisinde yer alan işletmelerin emisyon izinleri alması ve doğrulanmış emisyonlarına karşılık tahsisat teslim etmesi zorunlu kılınıyor. Buna ek olarak Kanun, ulusal gönüllü karbon piyasasının kurulmasına imkân vererek ETS yükümlülüklerinin karbon kredileriyle denkleştirilmesine olanak sağlayacak ulusal kredilendirme sistemi oluşturulmasını da öngörüyor. Türkiye’ye özgü SKDM geliştirilmesi ile de ithal ürünlerdeki gömülü karbonların izlenmesi için yasal altyapı oluşturulacak. Yükümlülüklere uyulmaması durumunda uygulanacak idari yaptırımların tanımlanmış olması da yapılan düzenlemelerin caydırıcılık tarafını yansıtıyor.

Kanun özellikle ETS’yi merkeze alarak iklim hedeflerini ekonomik bir çerçevede sunuyorken bu durum da işletmelere—en azından bazıları için—yeni ve bağlayıcı yükümlülükler getiriyor. İlk etapta ETS kapsamına alınacak işletmelerin a) karbon emisyonlarını izlemesi ve doğrulamasına yönelik altyapı oluşturmaları, b) net sıfır hedefiyle uyumlu kurumsal strateji geliştirmeleri, c) gönüllü karbon piyasası ve karbon kredi olanaklarını değerlendirmeleri ve d) ikincil mevzuatları takibi ve uyum planlarının hazırlanması Kanun ile gelen yeni yükümlülükler arasında sayılabilir.

Bu noktada altını çizmek gerekir ki ETS kapsamındaki karbon emisyonlarının izlenmesi ve doğrulanmasına ilişkin yükümlülükler, Emisyon Ticaret Sistemi Yönetmeliği Taslağı uyarınca yıllık sera gazı emisyonu 50.000 ton CO₂ eşdeğeri üzerinde olan ve EK-1’de yer alan sektörlerde faaliyet gösteren (20 MW üzeri yakma tesisleri, çimento, demir-çelik, alüminyum, cam, seramik, kimya ve kâğıt) tesisleri kapsıyor. Dolayısıyla sistemin ilk aşamada büyük ölçekli ve karbon yoğun tesisleri hedeflemesi, KOBİ’lerin neredeyse tamamının doğrudan kapsama alanı dışında kalmasına yol açıyor. Ancak ilerleyen dönemlerde emisyon alt sınırlarının düşürülmesi ve sektör çeşitliliğinin genişletilmesi yoluyla orta ve küçük ölçekli işletmelerin bu sistem dışında kalması giderek zorlaşacaktır.

KOBİ'ler kısa vadede söz konusu yükümlülüklerin doğrudan muhatabı olmasalar dâhi İklim Kanunu ile resmiyet kazanan "iklimi merkeze alan iş modeli" yaklaşımıyla çeşitli kanallar üzerinden kaçınılmaz olarak etkileneceklerdir.

Bu kanallar aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

Tedarik Zinciri Baskısı: Büyük ölçekli ve ETS kapsamındaki işletmeler, karbon raporlaması ve emisyon azaltım yükümlülükleri doğrultusunda tedarik zincirlerini yeniden tasarlayabilirler. Bu kapsamda tedarikçilerden ürün bazlı emisyon verileri, karbon ayak izi raporları ve enerji verimliliğini kanıtlayan çeşitli belgeler talep edebilirler. Büyük şirketlerin tedarikçilerini çevresel ve hatta sosyal performans kriterleri üzerinden değerlendirdiği bu yaklaşım kurumsal sürdürülebilirlik raporlarında sıklıkla görülüyor. Özellikle karbon yoğun ara mal üreten KOBİ'ler rekabet güçlerini koruyabilmek, pazardaki yerlerini sağlamlaştırabilmek ve bazı durumlarda tedarik zincirinden dışlanmamak için gönüllü bir şekilde iklim merkezli iş modeli benimseyebilirler.

Rekabetçilik Üzerindeki Etki: İklim Kanunu, işletmeler arası rekabeti alışılagelmiş fiyat ve kalite ekseninden çıkararak çevresel performans eksenine doğru kaydırabilir. Bu bağlamda yenilenebilir enerjiye geçiş, enerji verimliliği yatırımları, atık ısının geri kazanımı, karbon yönetimi ve çevresel farkındalık eğitimlerini artık maliyet olarak görmekten çıkarıp rekabet avantajı sağlayan araçlara dönüşebilir. Bu dönüşümde geride kalan KOBİ'ler tedarik zincirinde "zayıf halka" olarak konumlanma riskiyle karşı karşıya kalırken, yeşil sertifikalar, ISO standartları ve düşük karbonlu üretim teknolojilerine yatırım yapan işletmeler hem ulusal hem de uluslararası pazarda daha avantajlı konuma ulaşabilir.

Finansmana Erişimdeki Kısıtlar: Bankalar, kalkınma kuruluşları ve yatırımcılar, çevresel kriterleri ve sürdürülebilir üretim uygulamalarını finansman kararlarına entegre edebilirler. Bu durumda da KOBİ'ler daha yüksek finansman maliyetleri, ek raporlama yükümlülükleri ve bazı durumlarda krediye erişimde doğrudan kısıtlama ile karşılaşabilirler. Öte yandan Yeşil Taksonomi'ye uyum sağlayan projeler ile yeşil tahvil, sürdürülebilirlik bağlantılı krediler ve çeşitli teşvik programları ile finansman bulma imkânlarını artırabilirler.

SKDM'nin Dolaylı Etkisi: AB SKDM'sinin 2026'da tam olarak yürürlüğe girdiğinde, karbon fiyatlaması ihracatçıların maliyetlerinin doğal bir bileşeni olacaktır. Bu maliyet baskısını yönetmek isteyen ihracatçı işletmeler, tedarikçilerinden SKDM uyumlu veriler, ürün özelinde doğrulanmış karbon hesaplamaları ve düşük karbonlu üretim standartları gibi kriterler isteyebilirler. Dolayısıyla KOBİ'ler AB pazarında rekabet edebilmek için yalnızca kendi performanslarını değil ihracatçı müşterilerinin de karbon yönetim stratejilerini desteklemek zorunda kalabilirler.

KOBİ’ler İklim Kanunu Hakkında Ne Düşünüyor?

İklim Kanunu’nun masaya getirdiği yükümlülükler, KOBİ’leri tedarik zincirinden rekabetçilik düzeyine, finansmana erişim koşullarından enerji maliyetlerine kadar pek çok alanda etkileme potansiyeli taşıyor. Ancak kamuoyundaki tartışmaların neredeyse tamamının ETS üzerinde ilerlemesi, KOBİ’lerin Kanun’u nasıl konumlandırdığını, neyi risk olarak algıladıklarını ya da hangi beklentiler içerisinde olduklarını görünmez kılıyor. Bu görünmezlik aynı zamanda Kanun’un toplum nezdinde kabul edilebilirliği açısından da risk barındırıyor. Zira KOBİ’lerin sürecin dışında kalmaları, ilerleyen dönemlerde Kanun’un kapsamı ve etkilerine ilişkin yanlış anlamaları besleyeceği gibi toplumsal algının da düzenlemeler aleyhine oluşmasına zemin hazırlayabilir.

Buradan hareketle İstanbul’da faaliyet gösteren KOBİ’lere yönelik “İklim Kanunu Algısı Anketi” uygulayarak işletmelerin Kanun’a ilişkin farkındalık düzeylerini, uyum kapasitelerini ve düzenlemeden beklentilerini analiz ettik. Eylül – Ekim 2025 döneminde yürütülen iki aylık saha çalışmasına toplam 885 işletme katılım sağlarken bu işletmelerin yaklaşık %73’ü mikro ölçekli (1-9 çalışan), %12’si küçük ölçekli (10-49 çalışan), %6’sı orta ölçekli (50-249 çalışan) ve %10’u da büyük ölçekli (250 ve üzeri) olarak kaydedilmiştir.

İşletmelere öncelikli olarak "Türkiye'de yürürlüğe giren İklim Kanunu'nu duydunuz mu? Duyduysanız, içeriği hakkında bilginiz var mı?" sorusu yöneltildi. İşletmelerin %55,03'ü "Evet, duydum ama içeriğini bilmiyorum" derken %25,76'sı ise "Evet, duydum ve içeriği hakkında bilgim var" seçeneğini işaretledi. Bu yanıtlar işletme ölçeklerine göre değerlendirildiğinde, Kanun'un içeriğine hâkim olduğunu belirtenlerin oranı mikro işletmelerde %22,67, küçük işletmelerde %31,13, orta ölçekli işletmelerde %33,33 ve büyük ölçekli işletmelerde %38,10 olarak tespit edildi. Kanun'u hiç duymadığını belirten işletmelerin oranı ise orta ölçekli işletmelerde %7,84 ile en düşük; mikro ölçekli işletmelerde %21,12 ile en yüksek seviyede gerçekleşti.

İklim Kanunu'nun Etkili Olma Düzeyi (%)
Hiç etkili olmaz
31,14%
Az etkili olur
24,56%
Orta derecede etkili olur
31,14%
Çok etkili olur
10,09%
Bilmiyorum/fikrim yok
3,07%
Kaynak: İklim Kanunu Algısı Anketi Görsel Tasarım: İTOSAM
Not 1: İlgili analiz İklim Kanunu'nu duyan ve kanundaki rolünü bilen işletmeler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Not 2: Yuvarlamadan dolayı toplamlar %100'ü vermeyebilir.

İklim Kanunu'nun etkili olma düzeyini ölçmek için işletmelere "İklim Kanunu'nun iklim değişikliği ile mücadelede ne derece etkili olacağını düşünüyorsunuz?" sorusu iletildi. İşletmelerin %31,14'ü "hiç etkili olmaz" derken yalnızca %10,09'luk kısmı "çok etkili olur" şeklinde yanıt verdi.

İklim Kanunu'na Hazırlık Düzeyi (%)
Hiç hazır değil
28,51%
Az Hazır
17,11%
Orta derecede hazır
35,09%
Çok hazır
11,84%
Bilmiyorum/fikrim yok
7,46%
Kaynak: İklim Kanunu Algısı Anketi Görsel Tasarım: İTOSAM
Not 1: İlgili analiz İklim Kanunu'nu duyan ve kanundaki rolünü bilen işletmeler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Not 2: Yuvarlamadan dolayı toplamlar %100'ü vermeyebilir.

İşletmelerin İklim Kanunu'nun getirdiği yeniliklere hazırlıklı olma düzeyini tespit amacıyla "İşletmenizin İklim Kanunu'nun getireceği yasal yükümlülükleri yerine getirmeye ne kadar hazır olduğunu düşünüyorsunuz?" sorusu yönlendirildi. İşletmelerin %46,93'ü yasal yükümlülükleri yerine getirmeye hazır olduklarını beyan ederken %28,51'i hiç hazır olmadıklarını belirtiyor. Ankete katılan işletmelerin önemli bir bölümünün mikro ve küçük ölçekli işletmelerden oluştuğu dikkate alındığında mevcut hazırlık düzeylerinin görece düşük seyretmesi şaşırtıcı bir tablo değil. Ancak bu sonuçlar ciddi bir kapasite ve uyum açığına işaret ediyor. Bu nedenle temel hedef, özellikle akran ülkelere kıyasla bu işletmeleri daha hızlı, etkin ve sürdürülebilir yaklaşımla kademeli ancak kararlı biçimde iklim mevzuatına uyum sürecine dâhil etmek olmalıdır.

İklim Kanunu'nun İş Alanlarını Değiştirme Düzeyi (%)
Kaynak: İklim Kanunu Algısı Anketi Görsel Tasarım: İTOSAM
Not 1: İlgili analiz İklim Kanunu'nu duyan ve kanundaki rolünü bilen işletmeler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Not 2: Yuvarlamadan dolayı toplamlar %100'ü vermeyebilir.

İşletmelere çeşitli faaliyet alanları sunularak "İklim Kanunu'nun belirtilen iş alanlarınızda ne ölçüde değişiklik yapmanızı gerektireceğini düşünüyorsunuz?" sorusu yöneltildi. Yanıtlar incelendiğinde, %35,53 gibi yüksek bir oranla enerji tüketimi alanında önemli düzeyde değişiklik yapılması gerekeceği ön plana çıkıyor. Bunu %31,58 ile atık yönetimi alanında önemli değişiklik gerekeceğini düşünen işletmeler takip ediyor. Ürün tasarımı veya kullanılan malzemelerde değişiklik gerekeceğini düşünen işletmelerin oranının (%28,51) görece yüksek olduğu, buna karşın emisyon takibi ve raporlamaya yönelik değişiklik beklentisinin (%23,68) daha sınırlı kaldığı görülüyor.

İklim Kanunu'nun en önemli yükümlülüklerinden biri olan ETS'ye ilişkin farkındalığı ölçmek amacıyla işletmelere "Türkiye'nin İklim Kanunu'nun Ulusal Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulmasını içerdiğini biliyor musunuz?" sorusu iletildi. Yanıtlara göre işletmelerin %35,96'sı ETS kavramını duyduğunu ve Kanun'daki rolünü bildiğini ifade ediyor. Buna karşılık ETS'yi duyduğunu ancak Kanun kapsamındaki yerini bilmediğini belirtenlerin oranı %32,46 iken ETS'yi bilmeyenlerin oranı ise %31,58 düzeyinde gerçekleşiyor.

ETS'nin İşletmeleri Etkileme Alanları (%)
Elektirik veya enerji fiyatlarında artış
18,52%
Kanuna uyum nedeniyle tedarikçi maliyetlerinde artış
15,62%
Müşterilerin karbon ayak izi raporlama talep etmesi
12,95%
Raporlama ve idari yüklerde artış
12,47%
Diğer firmalarla rekabet zorluğu
11,38%
Çevresel uyum ve/veya tedarik zincirlerine geçiş için yatırım ihtiyacı
10,9%
İhracat ve /veya uluslararası rekabet zorluğu
8,35%
Bilmiyorum/fikrim yok
5,69%
Herhangi bir alanda etkileyeceğini düşünmüyorum
4,12%
Kaynak: İklim Kanunu Algısı Anketi Görsel Tasarım: İTOSAM
Not 1: İlgili analiz 'Evet-kavramı duydum ve kanundaki rolünü biliyorum' ve 'Evet- Duydum ancak detaylarını bilmiyorum' cevaplarını işaretleyenler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Not 2: Yuvarlamadan dolayı toplamlar %100'ü vermeyebilir.

ETS'nin işletmelerin iş alanlarını nasıl etkileyeceğine dair algıyı ölçmek amacıyla "İşletmeniz doğrudan ETS kapsamında olmasa bile ETS'nin işletmenizi dolaylı olarak hangi alanlarda etkileyeceğini düşünüyorsunuz?" sorusu yönlendirildi. Buna göre işletmeler %18,52 ile ETS'nin elektrik veya enerji fiyatlarında artışa neden olacağını belirtiyor. Bunu %15,62 ile Kanun'a uyum nedeniyle tedarikçi maliyetlerinde artış izliyor. Müşterilerin karbon ayak izi talep etmesi ve raporlama ve idari yüklerde artış da beklenen diğer etkiler arasında yer alıyor.

İşletmelerin Beklediği Destekler (%)
Uygun yatırımlar için düşük faizli kredilerin verilmesi
17,43%
Teknik destek ve/veya danışmanlık hizmetleri
16,07%
Hibe ve sübvansiyonların verilmesi
14,01%
Açık ve sadeleştirilmiş mevzuat rehberi
13,56%
Sektöre özel iyi uygulama örneklerinin paylaşımı
12,33%
Seminer çalıştay fuar vb. düzenlemeler
10,33%
Dijital araçlara veya raporlama yazılımlarına erişim
7,49%
Bilmiyorum/fikrim yok
5,29%
Hiçbiri
3,49%
Kaynak: İklim Kanunu Algısı Anketi Görsel Tasarım: İTOSAM
Not 1: İlgili analiz İklim Kanunu'nu duyan ve kanundaki rolünü bilen işletmeler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Not 2: Yuvarlamadan dolayı toplamlar %100'ü vermeyebilir.

Son olarak işletmelere "İklim Kanunu'na uyum sağlamanızda işletmenize hangi tür destekler yardımcı olur?" sorusu soruldu. İşletmeler uyum sağlama sürecinde en fazla desteği (%17,43) uygun yatırımlar için sağlanacak düşük faizli kredilerin sağlayacağını düşünürken bunu teknik destek ve/veya danışmanlık hizmetleri (%16,07) izliyor. Açık ve sadeleştirilmiş mevzuat rehberi ise hibe ve sübvansiyonların ardından geliyor.

Sonuçlar Gösteriyor ki…

Elimizdeki bulguları tartışmadan önce önemli bir hususun altını yeniden çizmek gerekiyor. Anket sonuçları, katılımcı işletmelerin tahminen %16'sının doğrudan İklim Kanunu'nun radarında olduğunu gösteriyor. Ancak hazırlık düzeylerinin ölçülmesi, beklentilerin doğru okunması ve sürecin etkin bir şekilde yönlendirilmesi açısından KOBİ'ler özelinde şimdiden analizler gerçekleştirmek şart. Bulgular, işletmelerin önemli bir bölümünün İklim Kanunu'nun varlığından haberdar olduklarını gösterse de Kanun'un kapsamı ve içeriğine ilişkin bilgi düzeyinin genel olarak sınırlı kaldığının altını çiziyor. Mikro ölçekten büyük ölçeğe doğru ilerledikçe belirgin bir biçimde artması ise düzenlemelerin özellikle küçük ölçekli işletmeler tarafından—bu aşamada anlaşılabilir olmakla birlikte—hâlen "uzak" bir politika olarak algılandığına işaret ediyor.

İklim Kanunu'nun iklim değişikliği ile mücadelede etkili olacağına dair inancın oldukça düşük olması ise düzenlemenin yeterince içselleştirilmediğini ve hatta işletmelerin Kanun'u ek maliyet baskısı getiren bir yükümlülük olarak algıladığını düşündürüyor. Ancak işletmelerin yaklaşık yarısının yasal yükümlülüklere uyum sağlamaya hazır olduklarını ifade etmeleri fazla iyi niyetli bir açıdan değerlendirildiğinde önemli bir dönüşümün ilk adımları olarak nitelendirilebilir. Zira 2022 yılında İstanbul'da reel sektörün yeşil dönüşümüne yönelik yaptığımız kapsamlı çalışmada işletmelerin %41,4'ünden "Hiçbir şey teşvik etmez" yanıtını almıştık. Bugün gelinen noktada dönüşümün zorunlu hale gelmesiyle işletmelerin süreci daha gerçekçi ve kabul edilebilir olarak nitelendirdiği anlaşılabilir.

İş alanlarına yönelik beklenen değişikliklerde enerji tüketimi ve atık yönetimi başı çekiyor. Bu durum işletmelerin iklim politikasında en görünür maliyetin enerji maliyetleri ve bertaraf süreçlerinden geleceğini düşündüğünü gösteriyor. Buna karşın emisyon takibi ve raporlama gibi daha kurumsal süreçlere yönelik değişiklik beklentisinin düşük kalması, işletmelerin ETS ve karbon yönetimi çerçevesine ilişkin kavramsal altyapılarının henüz yeterince gelişmediğini ortaya koyuyor. Bununla birlikte ETS'nin işletmeleri dolaylı olarak etkileme kanallarına yönelik değerlendirmeler—enerji maliyetlerindeki artış, tedarikçi maliyetlerindeki yükseliş ve müşterilerin karbon ayak izi raporlaması talep etmeleri—KOBİ'lerin düzenlemenin ekonomik etkilerini belirli ölçüde öngörebildiklerini ve etkileşim kanallarını doğru tespit ettiklerini göstermesi açısından önemlidir.

Destek mekanizmasına ilişkin bulgular, KOBİ'lerin uyum sürecini ağırlıklı olarak finansman ve teknik kapasite eksiklikleri ekseninde değerlendirdiklerini ortaya koyuyor. Düşük faizli kredi ve hibe-sübvansiyon taleplerinin daha ön planda olması, dönüşümün finansal yükünü işletmelerin tek başına sırtlanamayacaklarını gösteriyor. Teknik destek, danışmanlık hizmetleri ve sadeleştirilmiş mevzuat rehberi beklentileri ise bilgi eksikliğinin ve uygulama kapasitesi sınırlılıklarının önemli bir engel olarak algılandığına işaret ediyor.

Genel olarak elde edilen bulgular, İklim Kanunu'nun ekonomik aktörler tarafından henüz tam anlamıyla içselleştirilmediğini, dolayısıyla düzenlemenin toplumsal kabul edilebilirliğini güçlendirmesine yönelik kapsamlı bir bilgilendirme, rehberlik ve finansman çerçevesinin kritik önem taşıdığını gösteriyor. Türkiye ekonomisinin belkemiğini oluşturan KOBİ'lerin dönüşüm sürecine etkin katılımları, yalnızca işletmelerin sürdürülebilirliğine değil, ülkenin iklim değişikliği ile mücadelede uzun vadeli başarısına da doğrudan katkı sağlayacaktır. Bu nedenle KOBİ'lerin önceliklendirilmesi, iklim politikalarının uygulanmasında stratejik bir gereklilik olarak değerlendirilmelidir.